Holger Pooten
Photographer / Bak 12
www.holgerpooten.com
English
Türkçe
You were born in Geldern, moved to Hamburg and now, you are living and working in London. How do you compare your London experience with the years you spent in your homeland? Why did you need to move there?
When I finished my degree in photography I wasn't very happy with my situation in Hamburg. The German market, though quite large, has a conservative tendency not because of the creatives, but I guess it's part of the German mentality to be careful.
What I like about London is that it's truly multicultural and here nobody gives a damn about good style, you can do what you want which also leads to a lot of ugliness but also creates outstanding, new things!
It is thought that the rapid developments in the technology make people so busy that they are beginning to lose their abilities to think. Do you agree with this idea? What do you think are the reflections of these developments on the photography?
Of course it's a double edged sword. I learned photography with films and darkrooms which forced a certain, slower pace on you and taking a Polaroid meant to have to take a little break where you could think. With digital that dramatically changed, everything is instantly available, but doesn't that mean that you can reflect and think about it immediately?
If you shot on film you didn't really know what you were getting until you saw the contact sheets and this lack of instant feedback gave you the chance to be carried away in the shoot. These days I see a lot of photographers checking their display than communicating with the models.
For me that means I need to set my own pace. Over the years I leaned pretty well what is good for me and my work and I invented little routines that helped.
Can you please tell us about your working habits? What kind of people do you like working with, both as your team members and clients?
In general I think I get the best out of a team if I really involve them and give them responsibility, I give them a proper briefing and then listen to they suggestions and most of the time I like their ideas, that's the reason why I've chosen them for the team. But of course I have to make sure that everything supports the concept, there's no room for personal extravagance.
For personal work I try to keep the team to an absolute minimum to keep the experience crisp and direct and I enjoy setting the light myself.
A job with an art director and clients is a completely different business, here it's a lot about communication and if I see that we're running into trouble or something won't work the way it's been planned I tell them, in the end you have to take the best image on that day!
As an extremely talented and respected photographer just like you, one of our previous guest artists Eugenio Recuenco said "I use many things as inspiration, one of them are the classical paintings. They are dramatic, histrionic, and all the volumes they get with the use of the lighting." What is the source of your unique and spectacular style? What kind of things inspire you most?
To be honest I don't have a lot of resources, I don't look at a lot of photography or paintings. But if I have to name something then it's film and comic, especially the french comic, which is very dark and moody.
Of course I have my photographical influences, I always loved the surreality of the old Pink Floyd cover art work, but Juergen Teller was a real revelation when I started with photography!
Another previous guest of Bak, famous photographer Quentin Shih believes that the trends and the standarts kill the creativity of photographers and that's a pity for all commercial photographers around the world. Do you agree with Mr. Shih? What kind of drawbacks does commercial photography have?
I agree to a certain extend, that's one of the reasons why (as mentioned above) I don't check out other photography that much, I almost feel it would contaminate my mind :)
The standards within commercial photography are very high now, a lot is brought to perfection in post-production, but I prefer to keep a bit of reality and grittiness in my images which even increases to contrast to my sometimes surreal concepts.
On some of your outstanding compositions, you use digital tricks and they make the pieces beyond this world. People are flying, shoes are racing with others and some more fantastic pieces... Use your imagination and create a world named "Holger Poets". What would it look like, what would be on its flag and and what kind of people would live there?
You know what, I really like the world as it is, London is a big urban jungle and always surprises me again, I really wake up in the morning and I'm happy!
But one thing I would literally die for is going to space, experiencing zero G must be unimaginable. I would even join an expedition to a different solar system (lol)!
Are you interested in cinema? What kind of movies and which directors do you find closer to yourself in terms of visual comprehension?
I love SciFi! I will love it the moment I see a spaceships!
But seriously, I watch all kind of movies, I have a very open taste and like movies when they are consistent. That's the reason why I can enjoy "Transformers" and much as "One Flew Over The Cuckoo's Nest".
If you had limitless budget, what kind of project would you create? This can be an exhibition whose venue is built by you, a worldwide photography education project, or something totally different. What would be your priority?
I'm not interested in something limitless, creativity originates in limitations. But one of my dream projects is a photo production on one of those parabolic flights, you know, the ones where astronauts train for zero G in a converted jumbo jet? Great!
Theme of our current issue is "Red". What does this word mean to you? What would you feel if you were put into a room with four walls painted red?
Nothing, it's just a colour for me.
Geldern'de dünyaya geldiniz, Hamburg'a taşındınız, şu anda ise yaşamınızı ve çalışmalarınızı Londra'da sürdürüyorsunuz. Londra tecrübenizle, ülkenizde yaşadıklarınızı karşılaştırdığınızda neler görüyorsunuz? Neden taşınmak istediniz?
Üniversitede fotoğraf eğitimimi tamamladığım dönemde Hamburg'daki halimden pek de memnun değildim. Alman piyasası, yeterince büyük olsa da, tutucu bir eğilime sahiptir. Bu da benim tahminimce, sanat icracılarından değil, Almanya'nın 'sürekli dikkatli olma' zihniyetinden kaynaklanıyor.
Londra'da sevdiğim şey ise, buranın çoklu kültüre sahip oluşu. Ayrıca burada kimse iyi bir stile bağımlı değildir. Ne istiyorsanız onu yapabilirsiniz. Bu durum her ne kadar zaman zaman çirkin sonuçlara yol açsa da, olağanüstü yeni şeyleri de doğurabiliyor.
Teknolojideki hızlı gelişmelerin, insanları, düşünme yetilerini ortadan kaldırmaya başlayacak kadar çok meşgul ettiğini söylemek mümkün. Siz bu görüşe katılıyor musunuz? Bu gelişmelerin fotoğrafçılığa yansımasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Elbette bu iki ucu sivri bir kılıç. Ben fotoğrafı, filmler ve karanlık odalarla öğrendim. Kesin, net ve yavaş süreçler işlerdi. Polaroid'i elinize aldığınızda, kendinize, düşünebileceğiniz küçük boşluklar yaratırdınız. Dijital teknoloji ile bu durum müthiş bir değişim geçirdi, her şey anında ulaşılabilecek hale geldi. Ama bu aynı zamanda aceleyle düşünme zorunluluğu anlamına geliyordu.
Filmle fotoğraf çekerken, sonuçları almadan önce elde edeceğiniz şeyi tam olarak bilemiyorsunuz. Aniden geri dönüş alamadığınız için düşünme ve konsantre olma fırsatı buluyorsunuz. Bugünlerde çok sayıda fotoğrafçının, önce ekranlarını kontrol ettiklerini, sonra modellerle iletişime geçtiklerini görüyorum. Benim için bu, kendi yöntemimi belirlemem gerektiğinin bir göstergesi. Yıllardır benim ve çalışmalarım için neyin iyi olduğunu doğru değerlendirdim ve bana yardımcı olan küçük alışkanlıklar icat ettim.
Bize çalışma alışkanlıklarınızdan söz eder misiniz? Ekip elemanlarınızı ve müşterileri ele alırsak, ne tür insanlarla çalışmaktan hoşlanırsınız?
Genelde bir ekipten en büyük verimi, onlarla gerçekten kaynaşabiliyorsam ve onlara sorumluluk verebiliyorsam alırım. Bir talimat veririm ve önerilerini dinlerim. Çoğunlukla fikirleri hoşuma gider. Zaten onları bu yüzden ekibime dahil etmişimdir. Ama tabii, her şeyin genel düşünceye uygun olup olmadığını kontrol de ederim. Bu işte kişisel aşırılıklara yer yoktur.
Kişisel çalışmalarımda ise, daha keskin ve doğrudan deneyimler için ekibin katkısını mümkün olduğunca aza indirgerim, ışığı kendim ayarlamaktan da çok hoşlanırım.
Bir sanat yönetmeninin ve müşterilerin olduğu işler tamamen farklı süreçler gerektirir. İletişim çok önemlidir. Eğer işler iyi gitmiyor veya çekim planlandığı şekilde gerçekleşmiyorsa onlara söylerim. Sonunda o gün içinde en iyi kareyi yakalamanız gerekir.
Sizin gibi saygıdeğer bir fotoğraf sanatçısı olan, Bak Dergisi'nin eski konuklarından Eugenio Recuenco şöyle diyor; "Birçok şeyi ilham kaynağı olarak kullanırım. Bunlardan biri klasik resimlerdir. Dramatiktir, tiyatraldir ve bütün derinliği ışığın kullanımı sağlar". Sizin özgün ve etkileyici tarzınızın kaynağı nedir? En çok nelerden etkilenirsiniz?
Dürüst olmak gerekirse benim çok da fazla kaynağım yoktur. Çok fazla fotoğrafa veya resme bakmam. Yine de bir şeyler söylememi isterseniz, filmler ve başta karanlık, güçlü Fransız versiyonları olmak üzere çizgiromanlar diyebilirim.
Tabii fotoğraf alanında etkilenimlerim yok değil. Eski Pink Floyd kapak çalışmalarının gerçeküstülüğünü hep sevmişimdir. Ancak fotoğrafa başladığımda Juergen Teller benim için bambaşkaydı.
Bak Dergisi'nin bir başka konuğu, ünlü fotoğrafçı Quentin Shih, eğilimlerin ve standartların, fotoğrafçıların yaratıcılığını öldürdüğünü ve bu durumun dünyadaki tüm kurumsal fotoğraf çeken sanatçılar için geçerli olduğunu ifade etmişti. Bu görüşe katılıyor musunuz? Sizce kurumsal fotoğrafçılığın dezavantajları nelerdir?
Bu görüşe kesin olarak katılıyorum. Diğer fotoğraf türlerini fazla kurcalamamış olmanın sebeplerinden biri de budur. Hep aklımı bulandıracaklarmış gibi gelir :)
Günümüzde kurumsal fotoğrafçılıktaki standartlar iyice yükseldi. Çekim sonrasında mükemmelliğe ulaşmak için çok şey yapılıyor. Oysa ben, zaman zaman gerçeküstülüğe kayan yaratımlarımın karşıtlığını arttırsa da karelerde gerçekliğin de var olmasını tercih ederim.
Olağanüstü kompozisyonlarınızın bazılarında, kareleri bu dünyadan uzaklaştıran dijital hilelere başvuruyorsunuz. Uçan insanlar, birbirleriyle yarışan ayakkabılar ve birçok gerçeküstü örnek... Hayalgücünüzü kullanın ve "Holger Pooten" adında bir ülke yaratın. Nasıl bir yer olurdu dersiniz?
Biliyor musunuz, ben dünyayı olduğu gibi seviyorum. Londra büyük bir şehir ormanı ve beni sürekli şaşırtıyor. Bu sabah uyandım ve mutluydum!
Bu arada yapmak için ölebileceğim şey uzaya gitmek ve zero G'yi deneyimlemek. Hayal bile edilemeyecek kadar güzel... Hatta belki farklı bir güneş sistemine yolculuk bile yapardım!
Sinemayla ilgileniyor musunuz? Ne tür filmler ve yönetmenler, görsel bakış açınıza daha yakın geliyor?
Bilim kurgu filmlerine bayılıyorum. Bir uzay gemisi gördüğümde daha da çok seveceğim!
Ciddi olmak gerekirse, hemen her tür filmi izliyorum. Bu konuda açık fikirliyim. Bir yandan "Transformers" filminden keyif alabiliyorken, diğer yandan "Guguk Kuşu"nu ("One Flew Over The Cuckoo's Nest") da sevebiliyorum.
Sınırsız bir bütçeniz olsaydı, nasıl bir projeyi hayata geçirirdiniz?
Ben sınırsız şeylerle ilgilenmiyorum. Yaratıcılık, sınırlardan başlar. Ama hayal ettiğim projelerden birini söyleyebilirim; parabolik uçuşların fotoğraf üretim projesi. Biliyorsunuz, astronotların, dönüştürülmüş bir jumbo jetin içinde zero G için eğitildiği uçuşlar. Harika!
Bak Dergisi'nin 12. sayısında konumuz "Kırmızı". Bu sözcük size neyi ifade ediyor?
Hiçbir şeyi. Kırmızı benim için sadece bir renk.